Anqara jangining 610 yilligi oldidan. Abdullah Turhal. Ankara Meydan Muharebesi.

muhoraba

Erta — 28 iyul kuni Amir Temur bilan Sulton Boyazid o’rtasida yuz  bergan tarixiy muhoraba — Anqara jangi bo’lib o’tganiga 610 yil to’ladi. Men bir oycha oldin bu jangga bag’ishlangan matnlarni e’lon qilgan edim. Bugun sizga ushbu jangga bag’ishlangan turk olimi Abdullah Turhalning «Ankara Meydan Muharebesi» asarini taqdim etmoqchiman. Bu tarixiy hodisaga turklar nigohi orqali ham nazar  tashlasak.

ankara

Abdullah Turhal

ANKARA MEYDAN MUHAREBESİ
28 Temmuz 1402

İÇİNDEKİLER

— Giriş
BÖLÜM I:
— Muharebe öncesi siyasi ve askeri ortamın incelenmesi
— Kuyrukluyıldız meselesi
BÖLÜM II:
— Tarafların harekete geçmeleri
— Tarafların son hazırlıkları
— Muharebe meydanının arazi özellikleri
BÖLÜM III:
— Muharebe günü
— Muharebe meydanında tarafların aldıkları düzen ve önde gelen komutanlar
— Muharebenin sonuçlanması ve sonrası
BÖLÜM IV:
-28 Temmuz 2009 izlenimleri
BÖLÜM V:
— Atatürk’ün Ankara Meydan Muharebesi’ne özel ilgisi ve General Ömerhalis’in eseri
SON SÖZ
EK I: Kronoloji
EK II: Haritalar
Harita I: Meydanın coğrafi ve topoğrafik özelikleri
Harita II: Tarafların meydana geliş yolları
Harita III: Tarafların meydanda muharebe düzenleri Harita IV: Muharebe öncesi ve sonrası Osmanlı devleti Harita V: Timur’un yendiği devletler ve diğer savaşları
EK III: Önemli kişiler
EK IV: Muharebe meydanındaki yerler sözlüğü
EK V: Takip ettiğimiz güzergah
EK VI: Savaş oyunu için kısa not

“O sıcak, uzun ve ateş gibi yakıcı günde nice değerliler düşmüş, nice bahadırlara ölüm komutanı hiçlik yolunda rehber olmuş, zırh, miğfer ve kellelerle ceng meydanı dolup taşmış, askerlerin kanlarıyle her yer al olmuştu.
Öyle bir uğraş oldu ki, gökyüzünün at koşturan yiğidi, dönen dünya denilen bu ablak taya yiğitçe bindiği gündenberi buna benzer bir savaş, öyle uğraş, öyle döğüş görmüş değil idi.”

maska
Hoca Sadettin Efendi’nin Ankara muharebesini 1580’ lerde tasviri
Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t- Tevarih, Hazırlayan İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı,
1992, Cilt 1, s 272

GİRİŞ

İçinde bulunduğumuz yıl, dünya savaş tarihinde, tüm zamanların en büyük meydan muharebelerinden biri olan, Türk ve dünya tarihi için oldukça önemli, Ankara meydan muharebesi’nin 607. yıldönümüdür. Tüm dünya savaş tarihi içinde tek bir meydan muharebesinde, her iki taraftan 250 bine yakın muharibin katıldığı muharebe sayısı çok azdır. Bu muharebe sadece muharip sayısının çokluğu açısından değil, iki orduya komuta eden iki büyük kumandanın varlığı dolayısıyla, bu iki askeri ve siyasi dehanın birbirinine karşı izlediği titiz ve ustalıklı taktikler, arazi, insan ve diğer tüm imkanların kullanılmasındaki maharet dolayısıyla da oldukça önemlidir.

Tüm bunların yanı sıra, yaşadığımız şehir olan, Ankara’da, yanı başımızda gerçekleşmiş olmasından dolayı bu önemli muharebeyi kapsamlı bir biçimde incelemek, muharebe meydanını ve fiziki şartları tetkik ederek resim ve gözlemlerimizle Ankara halkı ve Türk savaş tarihi meraklıları ile paylaşmak istedik. Muharebe bilindiği üzere 28 Temmuz 1402 tarihinde gerçekleşti. Biz de bu tarihte, muharebenin gerçekleştiği tarihten 607 sene sonra, 28 Temmuz 2009 Salı günü muharebe meydanını ziyaret ettik, araştırmamızı ve gözlemlerimizi sizlerle bu çalışma vasıtasıyla paylaşmak istedik.

Gelişmiş kültürler bugünlere nasıl geldiklerini, yaşanan bu günlerin kolay kazanılmadığını bildiklerinden geçmişlerinde meydana gelmiş olayları merak eder, inceler ve gereken saygıyı gösterir. Savaş tarihi çalışmalarında saha çalışmaları oldukça önemlidir. Dünyanın pek çok yerinde, muharebelerin yıldönümlerinde, insanlar toplanır ve atalarının yüzyıllarca yıl önce kendileri için gösterdikleri çabayı, döktükleri teri, kanı ve bu uğurda onların kaybettiği değerli hayatlarını anarlar. Onlar gibi giyinir, onların hatırasını günümüzde kısa süre de olsa canlandırırlar. Dünyanın gelişmiş toplumlarının kendileri için önemli muharebe alanlarında yürüttüğü kapsamlı arkeolojik araştırmalar o muharebe hakkında çarpıcı bulgular vermektedir. Tarihçiler için son derece önemli olan bu buluntular ise o muharebenin çok daha iyi anlaşılmasına, genç nesillere daha iyi anlatılmasına sebep olmaktadır. Elbette, anlamak ve anlatmak gibi bir kaygınız yoksa, orası sizin için sadece bir toprak parçasıdır ve yakın zamanda kurnaz bir müteahhitin üzerine dikeceği çirkin beton yığınlarını izlemekten başka çareniz yoktur.

Altar Maket olarak, mütevazı imkanlarımızla, faaliyet gösterdiğimiz yere 40-50 km mesafede olmuş, tarihin en muzzam meydan muharebelerinden birini en azından sizlere anlatabilmek istedik. Ankara, bazılarının iddia ettiği gibi, hiçbir cazibesi olmayan, sıkıcı bir şehrin ötesinde, tarih boyunca gizemli ve önemli bir şehir olmuştur. Hem Osmanlı devleti, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda çok büyük rol oynayan, gizemlerini haykırmayan, saygıyı hakeden bir şehirdir. Umuyoruz sizde bu şehre ve tarihine farklı bir gözle bakabilir, gizemlerini anlamak için biraz hareketlenerek çaba göstermeye başlayabilirsiniz.

Abdullah Turhal
Konutkent, Ankara
2 Ağustos 2009

“Bu meydan savaşında öyle bir ceng, öyle bir uğraş, öyle bir tokış oldu ki, kamış gibi düz olan kalem, onu açıklamak isterken büküldü.
Açık açık konuşabilen dil, anlatmaya kalkıştığında sürçtü.
Hayal gücü ise, bu savaşı tarife mecal getiremedi.
Savaş katılanların çokluğundan kimse nefes alamayacak hale geldiğinden, gök kubbe bir patlama olacağı korkusu ile kuşkulandı.
Düşmana dalan yiğitlerin çığrışları, döğüş ve tokış meydanındaki arslanların naraları, davul ve ok sadalarına katılmış, savaş gereçlerinin çarpışmalarından çıkan sesler, işin sonunun geldiğini bildiren tellalların dehşet verici bağrışlarını bastırmış, göklere yükselen bir gümbürtü, yer küresini titreten bir hal almıştı.
Uçan oklar, dilleri kesen kılıçlara döndü.
Yayların gerilmesiyle kuvvetlerini göstermeye başlayan temrenler, yüzlerini düşmanın yüreklerine çevirdiler.
Keskin kılıçlar, hindu dalgıçlar gibi zırh deryasına dalıp, hayat incisini araştırmaya başladılar.
Buldukları incileri yiğitlerin kanlarıyla avladılar.
Yürek paralayan oklar, uzak görüşlü düşünceler gibi kötü günlü düşmanın ciğerine gidip gelmekteydiler.
Taşları paralayan kargı, değeri düşük düşmanın sıkkın gönlünde ince fikirler gibi delikler açmakta idi.
Savaşın kaldırdığı toz, mavi göğü öyle bulamıştı ki, güneş bu karanlıkta cengi seyretmekten kalmış, kuşlar gibi uçan atlara binmiş yiğitlerle gökler sağır olmuştu. Dönen felek kendini kaptırmış dönmekten başı dönmüş, dünyada kan görmekten hastalanarak, safrası bulanmıştı.
Bu savaş meydanı sanki bir eylenti meclisiydi ki, ecel sâkisi kızgın dolular sunmakla cenge giren yiğitleri serhoş etmiş, uğraş dolulariyle mest olan gönüller, ruhlara meyil göstermeye başlamışlardı.
Kan selleri, direnen bir nice bahadırı yokluk vadisine sürükleyip götürmüştü.
Yiğitlerin sert hamleleri ile savaş ateşi, iyice çevreyi sardı. Rüstem’in saldırı kıssaları bundan sonra artık değerini kaybetti.
Ölüm melekleri ruhları derlemek için o kadar acele etmekteydiler ki, ruh cevheri cisim kalıbında yeni bir oluşum geçiriyormuşçasına, ikinci bir saniye daha kalmak imkanını bulamıyordu.”

————————
Hoca Sadettin Efendi’nin Ankara muharebesini 1580’ lerde tasviri
Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, Hazırlayan İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı, 1992, Cilt 1, s 266-267

BÖLÜM I:
MUHAREBE ÖNCESİ SİYASİ VE ASKERİ ORTAMIN İNCELENMESİ

Osmanlı, Osman Gazi’nin soyundan gelen, birbirinden yetenekli ve kararlı liderlerle   14.yy boyunca hem Batıya hem de Doğuya doğru genişleyerek ve askeri ve siyasi gücünü ispatladı. Aynı dönemde, Osmanoğulları Anadolu ve Balkanlarda gücünü artırırken, daha doğuda, Maveraünnehir’de başka bir Türk devleti gücüne güç katmaktaydı. Timur isimli büyük komutan ve devlet adamının önderliğindeki devlet güçlenerek büyüyor, aynı Osmanlılar gibi gün geçtikçe kontrolü altındaki alanı genişletiyordu. Timur, 1368 yılında başa geçti. Timur etrafındaki dağınık vaziyetteki Türk ve Moğol boylarını birleştirmede başarılı oldu ve askeri yeteneklerini bu güçle birleştirerek yedi sene zarfında İran’ı, 1378’de, nüfuzu altına aldı ve buradan Azerbaycan ve Irak’a yönelerek buraları da ele geçirdi..1 Bu başarılardan sonra yüzünü doğuya dönerek Hindistan seferi sonunda
1399’da tüm Kuzey Hindistan’ı ele geçirdi.2 Böylelikle Timur, kendi devleti çevresinde bulunan dört Türk devletinden ikisini yenmeyi başarmıştı (Hindistan Türk Hakanlığı ve Rusya’ya hakim olan Altınordu devleti). Üçüncü devlet Mısır’daki Memluk sultanlığı ise Timur’un baskısı altındaydı ve bu baskı sonucu ismen Timur’a tabiiyetlerini bildirdiler. Sona kalan dördüncü devlet ise Osmanlı Devletiydi ve artık Timur’un hedefinde Osmanoğulları vardı.3

Hint seferinden sonra tekrar Batıya dönen Timur Osmanlı sınırlarına dayanmıştı. 1400 senesinden itibaren Timur, Osmanlı sınırları içindeki yerleri şiddet kullanarak işgal etti ve Osmanlı ile sürtüşme başladı. Timur’un önünden kaçan, Osmanlı Sultanı Yıldırım’a, Yıldırım’dan kurtulmak isteyen, Timur’a yöneldi. Anadolu’da halen bir birlik sağlanamamış olduğundan farklı beylikler ve liderleri tehlikeli bir oyunla iki büyük devletin birbirine girmesine zemin hazırlayıcı bir çabaya girdiler. Sivas’ı büyük şiddet kullanarak yıkan Timur’a karşı Yıldırım’ın öfkesi büyüktü.4

Bu sebeplerden dolayı iki lider arasında mektuplaşmalar başladı. Önce birbirine hürmetle başlayıp somut isteklerin karşı tarafa iletildiği bu mektuplaşmalarda giderek kontrolden çıkıldı ve sert ifadeler ve hakaretler kullanılmaya başlandı.
————-
1 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, Cilt 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, s 301
2 a.g.e., s 302
3 Tahsin Tunalı, Ankara Savaşı, Hayat Tarih Mecmuası, Ocak 1972, s 34
4 Timur’un Sivas’ta yaptıkları için bakınız, Vilayetlerimizin Tarihi: Sivas, Hayat Tarih Mecmuası, Aralık
1967 eki, s 164-167

KUYRUKLUYILDIZ MESELESİ

Her ikisi de dönemin en gelişmiş askeri siyasi ve bilimsel olanaklarına sahip olan bu iki güç ve başlarındaki iki büyük komutan, muharebe meydanına gelmeden önce 1-2 yılı bulan hazırlıklar yapmışlardır. Pek çok konu yanında, 1401-1402 yıllarında dünyadan geçişi haftalarca izlenmiş olan bir kuyrukluyıldız da değerlendirilmiştir. Bu bölümde bu oldukça ilginç konudan kısaca bahsedeceğiz.

İnsanoğlu, gökyüzüne varolduğundan beri ilgi duymuş ve eski çağlardan beri gökyüzünü ve yıldızları gözlemlemiş, hareketlerini anlamaya ve yaşadıkları dünyadaki gelişmelerle bunların hareketleri arasında bir bağ kurmaya çabalamıştır. Nadir bir gök olayı olan, ve özellikle dünyadan çıplak gözle bile görülebilen bir kuyrukluyıldızın insanoğlunun dikkatinden kaçması elbette düşünülemez. Eskiden beri kuyrukluyıldızların bazı milletler, devletler için dost bazılarına ise felaket getiren bir haberci olduğu düşüncesi varolmuştur. Örneğin, kuyrukluyıldızların en meşhurlarından biri olan, 75.5 yılda bir dünyamızdan görülen Halley kuyrukluyıldızı, pek çok Avrupalı’nın gözünde bir felaket habercisi ve Türklerin dostu olduğu inancı ortaçağda kaydedilmiştir. Papa Calixtus III, 1456 yılında, kuyrukluyıldıza, şeytana ve Türklere karşı tüm hristiyanları duaya çağırmıştı.5 İşte, 1401-
1402 yıllarında, dünyadan haftalarca izlenen bir kuyrukluyıldız da bu tür bir karmaşanın ve heyecanın sebebi olmuştur.

Hammer bu kuyrukluyıldız hakkında şöyle yazmıştır: “gökyüzünde –ziyası dört “on” uzunluğunda görünür- gayet cesim bir kuyrukluyıldız belirdi ki batıdan doğuya gidiyordu. Bu gök hadisesi üç ay bütün kürre-i arzı tenvir etti….Asya ve Avrupa kara memleketlerinin bütün kavimleri bundan dehşete düştüler. Rumlar [Bizans] bu yıldıza Lampadius (Hamil-i Fevânis, Fanuslar hâmili) adını vererek doğuda kanlı muharebelere alamet sayarlardı.”6

Timur’a yakın olan, onun sırdaşı ve ona en zor konuları uygun dille söyleyebilen tek kişi olan Şemseddin el-Maligi, henüz savaş kararını vermemiş olduğu düşünülen Timur’u böylesi bir karşılaşmadan vazgeçirmek için ona “Bu konuda düşünmek ve genellikle acele etmemek, anlayış ve yücelik bakımından hatalı sayılmaz. Hele Hamel7 burcunda kendini gösteren kuyrukluyıldız hükmü üzerinde yıldızlardan anlayan kişiler kuşku duymaktadırlar. Kimi bu yıldızın bizim tarafa destek olacağını söylerse de kimisi de aksini söyler.” demiştir.8
Bu sözler Timur’u tatmin etmedi ama yine de şüphe duyduğu noktalar üzerinde başka alimlere danıştı. Onun için önce anılan kuyrukluyıldızın hükmü nedir onu anlamaya istek gösterdi.
———————
5 Refik Özdek, Merhaba Halley: Uzay ve Kuyruklu Yıldızlar, Tercüman Aile ve Kültür Kitaplığı, İstanbul
1986 , s 55 ve 59
6 Joseph von Hammer Purgstall, Büyük Osmanlı Tarihi, Sabah Yayınları, s 355-356
7 Arap bilginlerin Koç takımyıldızına verdikleri ad. Aslen hamel kuzu anlamına gelir. Bakınız Mustafa
Pultar, Yıldız Adları Sözlüğü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2007, s 45
8 Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, Hazırlayan İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı, 1992, Cilt 1, s 256

Yıldız bilim alanında en bilgili, takvim tertip etme fenninde üstad olup, bu alanlarda kurallar koyacak kadar bilgisi geniş olmakla şöhret yapmış bulunan Abdullah-i Lisan adındaki yıldızlar bilginini getirtip bu yılın doğuş özelliklerinden ve kuyrukluyıldızın getirdiği hükümlerden bilgi aldı. Abdullah-i Lisan, onun bahtının çok güçlü bulunduğunu ve Hamel burcunda batı yönünde doğan kuyruklu yıldızın ‘Kayserin’ [Rum İmparatoru yani Yıldırım Bayezid] delil olduğunu açıkladı ve bu sözlerini Mağrib hakimlerinden Muhyiddin-i Magribinin yazmış olduğu eserlerle destekleyince artık ikna oldu ve şüphelerinden arınmış olarak savaş hazırlıklarının başlamasını emretti (Hicri 804 miladi 1401).9 Timur ve komutanları bunun, artık batıda mutlaka zafer kazanacaklarına işaret olduğunu kabul ettiler.10

Bu kurnazca yorum Timur ordusunun moralinin artmasına sebep olmuş ve bu açıklama here yere yayılmıştır. Ordu, Osmanlı ordusu ile karşılaşmak konusunda isteksizdi, Osmanlı diğer düşmanlara benzemiyor, ordusu ve askerleri diğerleri gibi meydanı bırakıp kaçacak veya kendi ordularının sayıca üstünlüğünden etkilenmeyecek kadar yaman bir orduydu. Kuyruklu yıldız da bunun üzerine gelince hoşnutsuzluk daha yaygın olarak dillendirilmeye başlanmıştı çünkü “garpte görünen hacer-i semavilerin11 şarktan gelen bir orduya felaket getireceği” söyleniyordu.12 Fakat Timur’un kararları kendisinin aslında çok önceden kararını verdiği stratejisine ve siyasi niyetlerine dayanıyordu ama ordu içindeki maneviyatı görmezden gelemezdi. Başka birini buldu ve o da yaşlı ve kurnaz biri olduğundan ona eski bir Arapça yazı bulduğunu ve orada “hayvanlar
bürcünde bir haceri semavi görünürse bunun şarktan gelen ordunun garpteki orduyu mağlup ve hükümdarını esir edeceğine alamet telakki edilmesi gerektiğinin” yazdığını söylemişti.13 Bu da elbette istenen etkiyi göstermiş ve ordunun maneviyatı yükselmiş ve savaşa hazır hale gelmişti.14

Burada Timur’un karmaşık karakteri ve çevresindekiler ve kendinden sonrakiler tarafından bazen çelişki gibi görününen hareket tarzını anlamak önemlidir. O kimi zaman batıl şeylere inanır gibi görünür fakat kritik anlarda inandığını ve bildiğini yapar ve batıl görününe inançları reddederdi.15 Buna güzel bir örnek Delhi muharebesi öncesinde yaşanmış ve kayıtlara girmiştir. Muharebe öncesi müneccimleri ona hücum için şartların uygun olmadığını söylemeleri üzerine o “ne sürur, ne keder, ne saadet ne de felaket
yıldızların hükmüne tabii değil ancak semai isimlerin ve insanların haliki olan Allahın takdirine bağlı” demiş ve yıldızların durumları ve yaklaşmalarına asla ehemmiyet vermeyip gereken tedbirleri hakkıyla aldıktan sonra planladığını gerçekleştirmede bir an bile tereddüt etmeyeceğini söylemiştir.16
—————————
9 a.g.e., s 258
10 Hammer, s 356
11 Aslen gök taşı anlamına gelir.
12 Melzig, Ankara Meydan Muharebesi, Çituri Biraderler Basımevi, İstanbul 1941, s 15
13 a.g.e., s 15
14 Osmanlı tarafında kötüye alemet bir olay morali düşürmüştü. Çubuk ovasına geldiklerinde Sultan’ın çadırı yani otağı kurulurken, Bayezid’in çadırı devrilmiş ve üç er ölmüştür. Rüzgar olmadan ve görünürde kimse dokunmadan olan bu olay kötü bir işaret olarak değerlendirilmiştir. Bakınız Şerif Baştav, 16. asırda
yazılmış Grekçe anonim Osmanlı tarihi (1373-1512), Ankara Üniversitesi DTCF Yayınları, Ankara, 1973,
s 104
15 Yusuf Ziya Özer, “Timur’un yaptığı işlere toptan bir bakış”, Belleten, Türk Tarih Kurumu basımevi, Ankara, 1945, Cilt IX, s 458

16 a.g.e., s 458

Timur son derece büyük bir komutan olarak her türlü bilgiyi istemiş ve sonunda kendi süzgecinden geçirerek ve çoğu zaman amaçlarını gerçekleştirmek yolunda kendisine yardımcı olacaksa sonuna kadar bunları kullanmış, her şeyden önemlisi büyük bir asker olarak her zaman ordusunun askeri açıdan hazır olmasına, stratejik ve taktik üstünlüğü elde etmeye gayret etmiştir. Müneccimleri dinlemiş, yıldızları incelemiş ama en son hareketi kendi istediği gibi yapmıştır.

BÖLÜM II:
TARAFLARIN HAREKETE GEÇMELERİ

“Eli altında kalabalık bir ordu ve zengin bir varlık varken kötülük isteyen düşmanları ile karşılaşmaktan, savaşa tutuşmaktan kaçınmadı, [Yıldırım] cihanda tek kalmak için kanatlarını açtı ve uçtu.”17
Yıldırım’dan mektuplarına sert cevaplar alan Timur’un aslında almayı beklediği karşılık da buydu. Son derece tecrübeli ve kurnaz olan Timur, mektuplaşmalarla hem zaman kazanıyor hem de savaşın getireceği ağır vebali tamamiyle Yıldırım’ın üzerine yıkabileceğini düşünüyordu. Yıldırım veya Timur mektuplaşmalarında ne derlerse desinler artık iki ordunun karşılaşması kaçınılmazdı.

Yıldırım Bayezıd, askeri yeteneklerini savaş alanında fazlasıyla göstermiş, son derece zeki, ordusunu iyi tanıyan, ordusunu etkili sevk ve idare edebilen bir komutandı. I. Kosova Savaşında babasının emrinde ve 1396’da Niğbolu’da kendi komuta ettiği Ordû-yi Hümâyûn’la, Avrupa’nın seçme askerlerinden oluşan büyük orduyu yenmeyi başarmıştı. Doğal olarak tüm Avrupa ordusunu yenen biri olarak ordusuna ve kendisine güveni tamdı. Yıldırım, ordusuna tam hakim, her emri anında en uçtaki savaşan birimlere dahi ulaşan, düşmanın her hareketi hakkında günler öncesinden bilgi toplama ağına sahip, araziyi kendi ordusu yararına etkili olarak kullanabilen ve en önemlisi kendisi de inançla savaşan ve zafere inancı tam olan mert bir savaşçı liderdi.

Yukarda Yıldırım için saydığımız, bir orduya hükmetmek ve zafer kazanmak için gereken tüm özellikler, Timur’da da vardı. Timur da hayatı boyunca savaşmış hem kişisel hem de kumanda ettiği ordusuyla başarılar kazanmış, gururlu, düşmanını çok ince analiz etme ve güçlü-zayıf yanlarını ortaya çıkarma becerisine sahip, muharebe alanında emirlerini eksiksiz uygulatabilen ve muharebe hazırlıklarını muharebe alanına çıkmadan başlatıp düşmanın tüm hareketlerini önceden haber alabilen yetenekli bir savaşçı liderdi.

Bahsettiğimiz kritik özelliklerin pek çoğu Yıldırım’ın Batı’daki düşmanlarında yoktu. Timur da Doğu’da, Yıldırım vasıflarında bir düşmanla karşılaşmamıştı. İki lider, birbirlerinin hareketlerini temkinli bir şekilde anlamaya çalışıyor ve yanlış bir harekette tüm kazanımlarını kaybedeceklerinin farkında olarak birbirlerini gözlüyorlardı.

Timur etkili ve geniş bir haber alma sistemi kurmuştu. Sınırlarında, yerleşim birimlerinde haber katiplikleri vardı ve bunların görevi bölge halkının ve sınır ötesindeki düşmanların durumlarını, önemli gelişmelerini kendisine bildirmekti.18 Bu bilgiyi toplamakla ve bildirmekle yükümlü haberci yanlış yaparsa ölümle cezalandırılırdı.19 Haber alamadığı
—————————————
17 Hoca Sadettin Efendi, s 250
18 Mahmut Esat Bozkurt, Aksak Demir’in Devlet Politikası, Kaynak Yayınları, İstanbul 2005, s 43
19 a.g.e., s 44

zamanlarda Timur acele hareket etmez beklerdi. Nitekim, Sivas’ı yıktıktan sonra daha Batı’ya Osmanlı üzerine yürümedi çünkü bu casus teşkilatı vasıtasıyla tatmin edici haberler alamamış ve çok çekindiği Yıldırım’ın ordusu hakkında bilgi edinememişti.

Timur’un bildiği bir şey daha vardı. Elindeki kuvvetler, düzenli ve disiplinli Osmanlı ordusuna yetmeyebilirdi. Bu sebeple, Yıldırım’la karşılaşmadan önce Orta Asya’dan en etkili ve güçlü birliklerini Anadolu’ya getirmeye çalışıyordu.20 Nihayet, ordusunu bu seçme birliklerle takviye eden ve diğer tüm şartların artık Yıldırım’la karşılaşmak için uygun olduğunu düşünen Timur, Yıldırım’a onun kabul etmesinin mümkün olmadığını bildiği, kendi ağır isteklerini ileten bir mesaj yolladı. Kaçınılmaz noktaya gelinmişti ve iki tarafın orduları harekete geçti.

Bursa’dan yola çıkan Ordû-yi Hümâyûn iki koldan yürüyerek Ankara önlerine geldi. Yıldırım daha doğuya ilerlemeden ordu ağırlıklarının bir kısmını Ankara kalesinde bıraktı ve süratle doğuya ilerledi. Timur da harekete geçti ve birliklerini Sivas üzerine yürüttü. Habercileri kanalıyla artık bilgi almaya başlamıştı, Osmanlı ordusunun hareketlerini takip edebiliyordu.21

Yıldırım, Timur’un Sivas’ta olduğunu öğrenince buraya yürüdü. İki ordunun öncüleri Sivas ile Tokat arasında sıcak temas sağladılar fakat, Timur, Yıldırım’ın bu dağlık bölgede geçitleri önceden tuttuğunu bildiği için bu yöne yüklenmedi ve Kayseri istikametine yürüdü. Timur oldukça ihtiyatlı ve ağır bir ilerleyişe geçti. Yıldırım, Timur’u istediği nispeten dağlık alana çekemeyince o da ordusunu yavaşça geldiği istikametten geri çekmeye başladı ve iki ordu doğu batı hattında birbirlerine parelel olarak Ankara istikametine yürüdü. Yıldırım’ı kendi peşinden gelmesine uğraşan Timur, duruma hakim Osmanlı sultanını bu tuzağına düşüremedi.

Kırşehir’e doğru yürüyen Timur, Yıldırım’ın üzerine doğru geldiğini öğrenince telaşa kapıldı ve süratle Ankara’ya yürüdü. Ankara kalesini kuşattı ve Ordû-yi Hümâyûn’un kendi geldiği istikametten, yani güney doğudan, geleceğini hesaplayarak bu yönde düzen aldı. Fakat, Yıldırım önderliğindeki Ordû-yi Hümâyûn Timur’un hiç beklemediği bir süratte karşısına çıktı. İşin Timur açısından en dehşet verici yanı, Ordû-yi Hümâyûn’un kendi beklediği güney doğu yönünden değil, hiç beklemediği kuzey doğu yönünden karşısına çıkması oldu. Ordû-yi Hümâyûn kuzeyden gelmiş ve Çubuk Ovasındaki Melikşah köyünde ordugah kurmuşlardı.22 Emir Timur ve büyük ordusu baskına uğramıştı. Bu durum Timur’u telaşa düşürmüştü.

Yıldırım askeri dehasını ve süratini bir kez daha göstermişti. Tüm komutanları hemen Timur ordusuna saldırıp dağıtmayı teklif ettiyse de Yıldırım, bu önerileri reddetti ve Timur’u mertçe yenmek istediğini söyleyerek orduların düzenlerini alarak nizami bir şekilde savaşmalarını arzu ettiğini söyledi. Görünen ve çok sık zikredilen bu açıklamanın ötesinde, tamamıyla askeri zeka ile davranan Yıldırım yüksek ihtimalle yorgun ordusunu dağınık biçimde Timur’un üzerine aceleyle sürmek istemedi ve çok önceden belirlediği
——————————-
20 Uzunçarşılı, , s 306
21 a.g.e., s 308
22 a.g.e., s 310

ve kendisine çok büyük avantaj sağlayacağını düşündüğü, Timur’un tüm taktik üstünlüklerini yok edecek şekilde olan, kendi belirlediği “kapana” saldırmasının kendisi ve ordusu için daha uygun olacağını düşündü. Timur ise süratle ordusuna muharebe düzeni aldırdı. Gece çok gergin bir bekleyişle geçti. Nihayet, ertesi sabah, muharebe alanında iki büyük Türk ordusu, iki büyük Türk hükümdarı önderliğinde savaşa hazırdı. Yıldırım ordugahını Melikşah köyünde kurmuş, Timur ise Saray köyünün yakınlarında ordugahını kurmuştu.23 Timur’un su kaynaklarına hakim olduğu ve Ordû-yi Hümâyûn’un su sorunu çektiği bildirilir.24 Bazı kaynaklar, Yıldırımın kafasında, aynı Niğbolu’da olduğu gibi, süratle düşmanı geri atıp işini kati suretle bitirmenin olduğunu bu yüzden, su temini için dere yatakları ile uğraşacak zamanı ayırmayı gerekli görmediğini iddia eder ki bu doğru olabilir, zira Yıldırım, 6 sene evvel Avrupa’nın seçme ordularına indirdiği yıldırım hızında ve yıkıcılığında darbeyi, Timur ordusuna da indirebilmeyi umuyordu.25
————————————-
23 Mufassal Osmanlı Tarihi, İskit Yayınevi, Şehir Matbaası, İstanbul 1957, s 197
24 Mehmed Neşri, Neşri tarihi, Cilt 1, Kültür ve Turizm bakanlığı Yayınları, Ankara 1983,s 167
25 Bu tür bir iddia için bakınız Herbert Melzig, Ankara Meydan Muharebesi, Çituri Biraderler Basımevi, İstanbul 1941, s 29

TARAFLARIN  SON  HAZIRLIKLARI

Taraflar Çubuk Ova’sında düzenlerini aldılar. İki ordunun mevcudu hakkında pek çok görüş verilmesine rağmen, Timur’un topladığı ordunun 160 bin, Ordû-yi Hümâyûn’un ise
70 bin kişiden oluştuğu yaklaşımı akla yakındır.26 Timur ordusu ağırlıklı olarak süvarilerden oluşmuş, oldukça süratli ve hareketli kuvvetlere sahip bir güçtü. Ayrıca, Timur 32 adet savaş filine sahipti.27 Fillerin nazik kısımları zırhlarla örtülü idi.28 Bu kuleli ve son derece süslü koşumları olan fillerin üzerinden ok ve ateşler atıldığı aktarılmıştır.29 Filler üzerinden nasıl ateş açıldığı konusu net değildir, kimi kaynaklar ateş toplarından kimileri ise patlayan kumbaralardan bahseder.30 Okçular ve ateş topları ile donatılmış bu fillerle Osmanlı ordusundaki piyadeleri ezmek ve süvarilerin atlarını ateşle korkutmak hedeflenmişti.31 Fil görmemiş Osmanlı atları müthiş ürkmüştü.32 Timur ordusunda fillere önem vermiş bir komutandı. Savaş alanında fil kullanmanın tüm zorluklarına rağmen Anadolu’ya kadar bunları getirmişti. 1403 senesinde Timur’u ve ülkesini ziyaret eden İspanyol elçiye göre muharebede bir fil [Timurluların gözünde] bin piyadeye bedel sayılıyordu çünkü filler hücum ettiler mi her rastladıklarını çiğneyip geçiyor, yaralandıkları zaman da çılgınca harb ediyorlardı, fillerin dişleri kesilerek uçlarına kılıç gibi silahlar dikiliyordu ve filler bunlarla saldırınca ortalığı kasıp kavuruyorlardı ayrıca filler üç gün bir şey yemeden harb edebiliyorlardı.33
———————————-
26 Uzunçarşılı, s 311
27 Johannes Schiltberger, Türkler ve Tatarlar arasında (1394-1427), İletişim Yayınları, İstanbul 1995, s 66
28 Tahsin Berkman, Harp Tarihi, Harp Okulu Basımevi, 1949, s 109
29 İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Cilt 1, Türkiye Basımevi, İstanbul, 1947, s
130, Justin Marozzi, Timurlenk, Yapı Kredi yayınları, Istanbul 2005, s 353
30 Tunalı, s 37 ve Caroline Finkel, Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı, Timaş Yayınları, İstanbul 2007, s 26
31 Danişmend, s 130, Bozkurt, s 64-65 ve Finkel, s 26
32 Tunalı, s 37
33 Ruy Gonzales De Clavijo, Timur Devrinde Kadis’ten Semerkand’a Seyahat, Kesit Yayınları, Ocak 2007,
158 ( ve sayfa 131 ve 152) ve İspanyol elçisi Clavijo’nun Semerkand Sefaretnamesi, Hayat Tarih Mecmuası, Ağustos 1967, s 22. Aslında tüm savaş tarihine bakıldığında fillerin muharebede kullanımının oldukça sınırlı kaldığı görülür. Temel olarak fili savaşta kullanmak zordur. Bakımı, beslenmesi ve üreme zorlukları gibi büyük sorunların yanında fil gibi barışçıl doğaya sahip bir canlı, muharebe alanının kaosu, gürültüsü, kokusu ve hareketinden kolayca paniğe kapılabilir ve kendi ordusu dahil, önüne gelen tüm insan, mevzi, ordugah gibi şeyleri ezerek kaçabilirdi. Yaralandığı zaman da aynı durum geçerliydi, gördüğü en kısa yoldan alanı panik halinde terk etmeye çalışan yaralı bir fil, kendi ordusunu ezerek düşmanın önünü açabilirdi. Bu sebeplerden dolayı, antik çağlardan beri savaşlarda fil kullanımı oldukça sınırlı kalmıştır.

MUHAREBE MEYDANININ ARAZİ ÖZELLİKLERİ

“Bakınız…Yıldırım, Demir’i öyle bir kıskaç içine almış ki, bu kıskaçtan Demir’den başka kumandan sıyrılıp çıkamazdı.”

Harita üzerinde Ankara muharebesini değerlendiren Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in değerlendirmesi.34

Muharebe meydanını belirleyen Yıldırım Bayezid olmuştu ve bu dahi asker, daha önce de ispat ettiği gibi coğrafi şartları, araziyi kendi ordusu lehine ve düşman aleyhine çok etkili kullanabildiğini bir kez daha gösterdi. Büyük asker Atatürk’ün harita üzerinde inceleyerek çevresindekilere söylediği sözler tam olarak gerçeği yansıtmaktaydı. Yıldırım, Timur’u beklemediği bir anda, beklemediği bir istikametten baskına uğratmış ve çok hareketli atlı birliklerden oluşan, kendi ordusundan sayıca çok üstün Timur’a karşı kendi ordusu için en elverişli şartları oluşturan bir alanda muharebe yapmaya mecbur etmişti.35

Muharebe alanı geniş bir düzlük olan Çubuk Ovası’nda olmuştu. Muharebe alanın doğusunu Çubuk Çayı sınırlıyordu. Alanın batısında ise Karabayır Dağı ve Mire Dağı uzanıyordu. Bu bölgedeki en yüksek dağ 1611 rakımlı Mire Dağı idi. Mire Dağının daha batısında Ova Çayı akmaktaydı. Mire Dağının hemen yakınında Böğrek Tepeleri ve Çalkaya tepesi bulunuyordu. Muharebe alanın en kuzeyinde, kuzey sınırını Çataltepe (Yarbayırları) oluşturuyordu. Melikşah köyündeki Hamam Tepesi ise güneye doğru tüm ovaya hakim bir tepeydi. İşte Yıldırım ordugahını buraya kurmuştu. Timur ise güneyde ovanın alt kesiminde bulunuyordu. Timur da ordugahını buraya kurmuştu.

Yıldırım, hasmını iyi analiz ettiği için kafasında tasarladığı ideal muharebe alanı şu şartlarda olmalıydı:
— Timur’un çok sayıdaki süvarilerinin kendi ordusunun yan ve gerilerine sarkmasına izin vermemeli,
——————————-
34 Bozkurt, s 84
35 Tarihte burada meydana gelmiş önemli bir muharebeden daha bahsedilir. Hammer’a göre Ankara’nın kuzey batısında vaktiyle Pompey’in Stella tepesi eteğinde Mitridat ordusuna galip geldiği mevkide Bayezid
ve Timur karşı karşıya gelmişlerdir. Hammer, s 359. General Ömer Halis de kitabında bu konuyu dikkate almış ve 1929 senesinde Ankarayı ziyaret eden ve tetkiklerde bulunan Cenevre müzesinden bir uzmanın
Roma döneminde meydana gelen bu önemli muharebenin Çubuk yakınlarında olduğunu ve “işte iki büyük
savaşın sahnesi burası olmalıdır. Evet buradadır ki iki imparatorluğun mukadderatına netice veren muharebeler cereyan etmiştir. Hakkikaten burada orduların yayılmaları için müsait saha mevcuttur” şeklinde yazdığını aktarıyor. Bıyıktay, s 73, dipnot. Roma tarihinde önemli bir yer tutan Roma İmparatorluğu- Pontus Krallığı savaşlarının sonuncusu, Roma’nın önemli generallerinden Büyük
Pompey’in ordusu ile isyan eden Pontus Kralı VI. Mitridat’ı M.Ö 65’de yenmesi ile bu savaşların üçüncüsü sona ermiş ve Roma, Kartacalı Hannibal’yaşadığı en büyük tehlikelerden birinden kurtulmuştur.

— İyi atıcı olan ve etkili silahlar taşıyan kendi ordusu yaklaşan Timur birliklerini hemen görebilmeli, mevzi alabilmeli ve karşılarından atış yapabilmeli,
— Tuttuğu ve tahkim ettiği mevkiden kolay sökülemeyen kendi askerleri için yüksek tepeler içermeli.

İşte tüm bu özellikler Yıldırımın gözüne kestirdiği bu alanda mevcuttu. Mire Dağı ordusunun sağ cenahını koruyor ve yandan ve arkadan düşman sarkmalarını engelliyordu. Denemeye çalışacak birlikleri ise Böğrek Tepeleri ve Çalkaya’da yerleştirilmiş Osmanlı askerleri durdurabilecekti. Gerisinde, kuzeyde yer alan yüksek Çataltepe ise ordunun ardını koruyordu. Bu hakim tepeye kadar dolanarak ilerlemek ve daha da önemlisi Yıldırım tarafından tahkim edilmiş bu tepeye tırmanmak imkansızdı.
Yıldırım sağ cenahı ve ardını böyle sağlam doğal engellerle güvenceye almıştı. Bu alanlar Osmanlı birliklerinin Batı ve Kuzeye doğru geri çekilmesine de imkan vermekteydi.36
Melikşah köyünün hemen güneyinde Osmanlı cephesi oluşturuldu. Ordugah ve çadırlar kuruldu. Yıldırım tüm ovaya hakim Hamam Tepesinden birliklerini idare etmekteydi. Yeniçerilen tuttuğu bu yer hem yüksek hem de tahkim ve savunmaya elverişliydi. Osmanlı’nın tuttuğu bu tepe ve diğer tepelere Timur atlıları dalga dalga hücum etse bile etkili atışlarla sonuç alamadan kırılıyorlardı.

Osmanlı sol cenahı ise açık alana düşmekteydi. Burası Timur’un süratli atlı birliklerinin taarruz etmek isteyeceği bir elverişliliğe sahipti. Fakat yine de buranın ardında bulunan Bahadırtepe, bu kanat kırılıp geriye çekilmek zorunda kalırsa toparlanma ve burada müdafa imkanı sunabilirdi. Sol cenahta Rumeli askeri vardı ve arazinin bu düşman için elverişli durumu yüzünden Yıldırım Osmanlı ihtiyatını bu cenahın ardına yakın tuttmuştu. Zaten Timur’un birlikleri de muharebe başlar başlamaz bu cenaha saldıracaktı.
————————————
36 Baskına uğramamak araziyi etkili kullanmanın önemli unsurlarından biridir bir diğer önemli olanı ise geri çekilme yollarının komutan tarafından düşünülmesidir. Yıldırım bunu da başarmış ve muharebenin ilerleyen zamanlarında geri çekilen binlerce Osmanlı birliği süratle ve kayıp vermeden, kumandanlarının çok önce öngördüğü yollardan kaçabilmiştir. Yanlış bir arazi seçilmiş olsa tüm Osmanlı ordusu kati sürette imha edilecekti.

BÖLÜM III:
MUHAREBE GÜNÜ

Muharebenin gerçekleştiği gün konusunda tam mutabakat bulunmamaktadır. Bazı kaynaklar 20 Temmuz’u bazıları ise 28 Temmuz tarihlerini belirtirler. Bu çalışmada Hicri, 27 Zilhicce 804, Cuma / Miladi, 28 Temmuz 1402 Cuma tarihini muharebenin gerçekleştiği gün olarak kabul ediyoruz.37

MUHAREBE MEYDANINDA TARAFLARIN ALDIKLARI DÜZEN, ÖNDE GELEN KOMUTANLAR

Muharebe alanında iki tarafın aldığı düzen şu şekildeydi. Kuzeyde bulunan Ordû-yi Hümâyûn’un merkezinde Yıldırım Bayezıd, Şehzadeler Mustafa, Musa, İsa Çelebiler bulunuyor bunların önünde Kapıkulu süvarileri, yeniçeriler ve önde azaplar yer alıyordu. Sağ kanatta Anadolu kuvvetleri yer almıştı. Önlere okçular yerleştirilmişti. Sol kanatta Rumeli askerleri bulunuyordu. Bunlarla beraber Yıldırım’ın kayınbiraderi olan Sırp despotu komutasındaki süvari birlikleri sağ kanatta yerlerini aldı. Önde yine okçular vardı. Sağ ve sol kanatların arkasında Anadolu beyliklerinden askerler ve Kara Tatarlar bulunuyordu. En geride ihtiyat kuvvetleri yer almıştı.

Timur kuvvetleri, muharebe alanının güneyinde düzen aldı. Kuvvetler iki hat üzerinde kademeli düzen aldı. 2. hat merkezde Timur yer almıştı.Sağ ve sol kanatlara Timur’un oğulları kumanda ediyordu. Ordunun önünde ürkütücü görüntüleriyle savaş filleri yerlerini almışlardı.

Böylece “insan yiyen iki yüzlü ejderha gibi bu iki muazzam ordu karşı karşıya geldiler. Birbirinin kanına susamış bir halde sabırsızlıkla emre muntazır bulundular”.38
———————————
37 Danişmend, s 128, Uzunçarşılı, s 310
38 Nizamüddin Şâmi, Zafername, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1987, s 305

bayazit
Bu orjinal resim, Bizanslı tarihçi Laonicus Chalcondyle’in eserinin 1662 yılında basılmış Fransızca nüshasından alınmıştır
Kaynak : Blaise de Vigenere, Histoire Generale Des Tvrcs: Contenant l’Histoire De Chalcondyle. Tradvite Par Blaise De Vigenaire, Auec les illustrations du mesme Autheur. Et Continvee Ivsqves en l’an MDCXII par Thomas Artus; Et en cette Edition, par le Sieur de Mezeray, iusques en l’annee 1661, Paris 1662’nin Ortadoğu Teknik Üniversitesi (Ankara) kütüphanesinde bulunan orjinal nüshasından alınmıştır (ODTÜ Kütüphanesi, Ankara ML Rare Collection DR485 .V673 katalog numarası)

temurbek

Bir ayağı sakat olduğundan Osmanlı tarihçileri tarafından “Timurlenk” yani “Aksak Timur” denilmiştir. Buradanda yabancı dillere “Tamarlane”, “Tamerlan”, “Tamerlanos”, “Tamerlanes” vb gibi geçmiştir. Bu büyük Türk cihangirini bu şekilde fiziki arızası ile anmak doğru değildir. Zaten Osmanlı tarihçileri de bu ismi tezyif makamında, yani eğlenmek, değerini düşürüp aşağılamak amacıyla kullanmaktaydılar. Bu kişiden bahsederken, bu tarihi şahsiyete, atamıza saygı göstermeli ve kendisinden Timur, Emir Timur, Timur Gürgan veya Demir diye bahsetmek daha uygun olacaktır.
Bu orjinal resim, Bizanslı tarihçi Laonicus Chalcondyle’in eserinin 1662 yılında basılmış Fransızca nüshasından alınmıştır
Kaynak : Blaise de Vigenere, Histoire Generale Des Tvrcs: Contenant l’Histoire De Chalcondyle. Tradvite Par Blaise De Vigenaire, Auec les illustrations du mesme Autheur. Et Continvee Ivsqves en l’an MDCXII par Thomas Artus; Et en cette Edition, par le Sieur de Mezeray, iusques en l’annee 1661, Paris 1662’nin Ortadoğu Teknik Üniversitesi (Ankara) kütüphanesinde bulunan orjinal nüshasından alınmıştır (ODTÜ Kütüphanesi, Ankara ML Rare Collection DR485 .V673 katalog numarası)

MUHAREBENİN SONUÇLANMASI VE SONRASI

“Her taraftan savaş erleri keskin kılıçlarını düşnmanların kafasına öyle vuruyorlardı ki, bulutlardan kılıç yağıyor zannedilirdi. Gürzlerin ve okların çıkardığı seslerden savaş erlerinin ruhları feryad ediyordu. Süvarilerin atlarının kaldırdığı tozlardan hava karardı, muharebe meydanı ölülerle doldu.”
Zafername39

İki orduyu oluşturan askerlerin namaz kılması ve dua etmesinin ardından Timur ordusu tarafında çalınan borular ve kösler duyuldu. Birlik sancakları açılmış ve Timur ordusu yavaş yavaş ilerlemeye başlamıştı. Uzaktan çelik bir duvar geliyordu.40 Böylelikle, muharebe Timur ordusunun Ordû-yi Hümâyûn’un sol kanadına hücumu ile başladı.41

Ordû-yi Hümâyûn’un sol kanadı bu hücumu durdurmayı başardı ve Timur kuvvetlerine karşı saldırıya geçti. İlerleyen Rumeli askerleri Timur ordusunun önündeki birbirine zincirlerle bağlı filler ve Timur’un zırhlı süvarileri karşısında zorlanmasına rağmen ileri atılmayı başardı.42 Sol kanatta bunlar cereyan ederken, Timur’un olağanüstü casusluk becerileri sayesinde kendi tarafına geçmeye ikna ettiği, Osmanlı sol kanadının ihtiyatında bulunan Kara Tatarlar, oldukça iyi savaşan Rumeli askerlerine ve Sırp kuvvetlerine arkadan saldırdı. Osmanlı sol kanadı iki ateş arasında kalarak bozuldu. Aynı ihanet Osmanlı’nın sağ kanadında da yaşandı. Timur emrindeki Anadolu beylerine öne çıkıp bayrak sallayarak Yıldırım’ın ordusundaki kendi adamlarına işaret vermelerini emretti ve sağ kanat da iki ateş arasında kalarak bozuldu. Kanatları çökmesine rağmen merkez sadakatle ve korkunç bir dirençle dayanıyordu. Nitekim Timur kuvvetleri kanatlardan Osmanlı merkezinin yanlarına sarkmaya ve orduyu kuşatmaya başlamıştı. Padişahla beraber Yeniçeriler ve Kapıkulu süvarileri, Sırplarla beraber canlarını dişlerine takmış savaşıyorlardı. Sırpların bu kadar gayretli ve kahramanca savaşmaları Tirmur’un bile takdirini kazanmış ve Yıldırım’ın “kafir çerisiyle iyi cenk ettiğini” ve bunların kusur etmediğini söylemiştir. 43Öğleden sonra, muharebenin kaybedildiğini anlayan komutanlar çekilmeyi teklif ettiler. Yıldırım bunu şiddetle

(Tashriflar: umumiy 477, bugungi 1)

Izoh qoldiring