Kırım Tatar Türkleri’nin Sürgünü öyküsü.

177

“TÜRK Ulusu’nun en büyük düşmanı, hangi millettir?” diye sorduğumuzda, belki de hiç akla gelmez Ruslar. Antalya’da gençlerin eğlencelerine meze olan Rus kızlarını anımsatır çoğu kez Rusya. Hâlbuki tarihte TÜRK ırkına en büyük zararı veren millet, kuşkusuz Ruslardır. Sovyetler Birliği döneminde Orta Asya’ya egemen olan ve hâkim olduğu alan içerisinde yaşayan Türk topluluklarına akla gelmedik oyunlar oynayan, soykırımlar yaparak budunumuza zarar veren ve sayısız zulmün altına imza atan moskoflar1…

Zaman kurtların it – itlerin kurt gibi gösterildiği bir zaman ne yazık ki. Bu yüzden tarihin en büyük soykırımcıları, şimdi insan hakları savunucusu gibi insanlığa çekidüzen vermeye çalışıyorlar. Tarihin en mazlum milletlerinden biri olan Türkler ise, soykırımcı ilan ediliyorlar. Bu acı hâlimizin o kadar çok örneği olmasına rağmen, ne yazık ki tarih kitapları hep bize zulmeden soysuzları kahraman gibi göstermeye devam ediyor. İşte o kitaplarda anlatılmayan, anlatmaktan imtina edilen bir olayı, Kırım Sürgünü‘nü anlatmaya çalışacağım.

Sovyetler Birliği, Orta Asya‘nın büyük kısmında egemenliği sağlamış ve komünist rejimle hâkimiyeti altındaki Türklere çok büyük acılar çektiriyorken, İkinci Dünya Savaşı başlıyor. Yıllardır Stalin’in baskıcı, soykırımcı yönetiminden kan ağlayan Türkler, bu savaş sonucunda Sovyetler Birliği’nin dağılma ümidini taşıyarak egemenliklerini ilan edecekleri günün hayalini kurmaya başlamışlardır. Almanlar’ın Sovyetler’i işgali Kırım’a kadar dayanınca, Kırım’da yaşayan Ukraynalılar ve Kırım Tatar Türklerinin çok az bir kısmı, Alman ordusuna destek veriyorlar.

1939 yılında yapılan sayıma göre Kırım’da 1,2 milyon kişi yaşıyor. Ve bunların 557 binini Ruslar, 220 binini Kırım Türkleri, 150 binini ise Ukraynalı slavlar oluşturuyor. Savaş sırasında yaklaşık 20 bin Kırım Türkü, gönüllü birlikler olarak Alman ordusunun içerisinde yer almayı kabul ediyor. Buna karşılık Kırım’da yaşayan Türkler’den askerlik yapabilecek olanlar ve özellikle gençler Sovyetler Birliği tarafından Kızıl Ordu’ya2 katılmak zorunda bırakılmışlardır.

Kırım‘da yaşayan Tatar Türkleri’nin bir kısmı, gönüllü olarak Kızıl Ordu’ya katılmışlar ve Alman ordusuna çok büyük zararlar vermişlerdir. KGB‘nin3 arşivlerinde yer alan belgelerde, Almanlara çok az Kırım Türkü’nün destek verdiği; Türklerin büyük çoğunluğunun devlete (SSCB4) bağlı kaldığı yer almaktadır. Silahlı mücadeleye katılan binlerce Kırım Türkü’nün madalya ve nişanlara layık görülmüş; hatta 30 tane Alman uçağının düşmesini sağlayan Ahmet Han Sultan’a “Sovyetler Birliği Kahramanı” ünvanı verilmiştir.

Zulme uğradığı hâlde, devletine bağlı kalmak için elinden geleni yapan Kırım Tatar Türkleri, Sovyetler Birliği’nin 10 Nisan 1944′te Kırım’ı Almanlar’dan geri alması üzerine, fişlenmeye başlanmışlardır. Stalin’in görevlendirdiği KGB ajanları, daha önceden de bahsi geçen Kırım’ı Türkler’den arındırma konusunu yeniden gündeme getirmişlerdir. Kırım’daki bütün Türkleri, “vatan haini” olarak gösterip, onların Özbekistan yakınlarında bir yere sürgün edilmesinin en güzel çözüm olacağını öne sürmüşlerdir.

Sovyetler Birliği, hemen Olağanüstü Devlet Komisyonu’nu kurmuştur. Daha önceden de KGB’nin etnografik araştırmaları üzerine Moskova’dan, Batı Sibirya’dan ve Kırım’dan sürgünler yapan Rus yönetimi, Slav kökenli olmayanları bir araya toplamak ve Kırım’dan uzaklaştırmak için çalışmaları hızlandırmışlardır. 11 Mayıs 1944 tarihinde alınan bir kararla, Kırım’daki bütün Türkler’in Özbekistan ve çevresine sürgün edilmesi kararlaştırılmıştır. Bütün Türkler, trenlerle Özbekistan çevresinde belirlenen noktalara götürülecek ve oradan katarlarla iskan edileceklerdir.

18 Mayıs 1944 sabahı, 03.00′da Kızıl Ordu‘nun gözünü kan bürümüş zalim askerleri Kırım‘da belirlenen Türk evlerine bir bir baskın düzenlemiş ve herkesin yalnızca taşınabilir eşyalarını yanlarına alarak meydana çıkmaları emrini vermişlerdir. Uyku sersemliğiyle ne olup bittiğini anlayamadan hayvan ve mal taşınmada kullanılan vagonlara resmen eşya gibi sıkıştırılarak bindirilen Kırım Tatar Türkleri, yüzlerce km’lik yolu böyle sağlıksız bir yolculukla geçirmişlerdir. Bazı yaşlılar ve Kırım’ı terk etmek istemeyenler, aynı meydanda kurşuna dizilmişlerdir. Yolculuk sırasında yaşlılar ve çocukların bir kısmı hayatını kaybetmiştir.

Esir edilen Kırım Türkleri’nin taşınması sırasında, Kızıl Ordu’nun eli kanlı askerleri taşkınlıklar yaparak birçok kişiyi kurşuna dizmişlerdir. Kadınlara tecavüz etmiş, halka insanlık dışı muamelelerde bulunmuşlardır. Bütün bunlar yaşanırken, Kırım’ın hemen komşu ülkesi olan Türkiye hiç sesini çıkarmamıştır. Boraltan Katliamı‘ndaki gibi, Türkiye kandaşına duyarsız kalmıştır. Mazlum olduğu kadar gururlu da olan Kırım Tatar Türkleri de, Türkiye’den hiçbir yardım talebinde bulunmamışlardır.

18 Mayıs’ta başlayan sürgün, iki gün boyunca aralıksız devam etmiştir. 20 Mayıs 1944′te Kızıl Ordu komutanlarından Kubulov’un gönderdiği mektupta, 180.014 Kırım Türkü’nün trenle Özbekistan’a sürgün edildiği bilgisi verilmiştir. Askerlik çağında olan 6.000 Kırım Türkü’nün Kızıl Ordu’ya katılması için gönderildiği, 5.000 kişinin ise Moskova’daki kömür madeninde çalıştırılmak üzere gönderildikleri raporda belirtilmiştir.

19 Temmuz 1944′te, böylesine büyük bir kitlenin üç gün içerisinde sürgün edilmesinin büyük bir başarı olması nedeniyle, bir kutlama programı hazırlanmış ve bu sürgünde görev alan komutanlar Sovyet yönetimi tarafından ödüllendirilmiştir. Fakat unutulan bir şey vardır ki, Azak Denizi’ne yakın bir bölgede yer alan ve Arabat diye adlandırılan bir Kırım Tatar Köyü sürgüne dahil edilmemiştir. Unutulan bu köy, Kırım yarımadasında kalan tek Türk köyü olarak gözünü kan bürüyen moskofların sinirini bozmuştur. Bu durumu bir an önce çözüme ulaştırmak isteyen komutanlar, çoktan yola çıkan katarlara bu köylülerin ilave edilmesinin imkânsız olduğunu düşünerek, içlerindeki canavarsı ruha uyarak tüm köylüyü apar topar büyük ve eski bir gemiye toparlamışlardır. Bu gemi denizin derinliklerine doğru gönderilip ambar kapakları açılarak batırılmış ve Arabat köyündeki bütün Kırım Tatar Türkleri vahşice öldürülmüşlerdir.

Özbekistan’a trenlerle gelen halk, aç ve susuzdur. Gönderilecekleri yerler bile tam olarak belli değildir. Trende fenalaşan yaşlılar ve çocuklardan vefat edenlerin defnedilmesi için bile müsade edilmemiştir. Ölenler yol kenarına bırakılmış ve tren yola devam etmiştir. Özbekistan’da Kırım Tatar Türkleri, uzunca bir zaman ahırlarda – toprak çadırların içinde yaşama tutunmaya çalışmışlardır. Özbek Türkleri, Sovyetler Rusyası’nın komünist baskıları yüzünden önce Kırım Tatar Türkleri’ne karşı cephe olarak tepki göstermişler; fakat zaman içinde onların de kendileri gibi müslüman Türk olduklarını anlayınca onlara yardımcı olmaya çalışmışlardır.

Trenler Özbekistan’a varana kadar 7.889 Kırım Tatar Türkü hayatını kaybetmiştir. Sürgünden yıllar sonra bizzat Kırım Türkleri tarafından yapılan nüfus sayımı sonucunda ortaya çıkan tablo, yol boyunca ve yerleşim yerlerine vardıktan sonra geçen birkaç yıl içinde açlık ve hastalıktan ölen Kırım Türklerinin mevcudunu gözler önüne sermektedir. Buna göre, sürgüne gönderilenler arasında bulunan 112.700 çocuktan 60.034’ü, 93.200 kadından 40.085’i, 32.600 erkekten 12.061’i hayatını kaybetmiştir. Bu sürülen bütün halkın %46.2’sı, diğer bir ifade ile halkın neredeyse yarısı demektir.

Söylemek dile kolay geliyor belki; ama Kırım’da kendi hâlinde ve ana yurdunda yaşayan 180 bin Kırım Türkünün yarısı, soysuzların kanlı elleri ile yaşadıkları sürgünde yaşamını yitirmiş ve bence şehit olmuşlardır. Burada verilen sayılar, Rus istihbarat teşkilatı olan KGB‘nin belgelerindeki sayılardır. Rusların sayılarda da oldukça acımasız olduğu düşünülürse, vahşetin çok daha fazla olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Yani, 100 binden fazla Kırım Türkü moskofların eliyle katledilmiş, soykırıma uğramıştır.

Sözde sürgüne uğrayanlara insancıl davrandığını dünyaya göstermek isteyen moskoflar, herkese kredi ile ortalama 1539 ruble vermiştir. Bu parayla Kırım Türklerine iş kurmaları söylenmiş, vaadedilmiştir. Hâlbuki bu parayla o zamanda yalnızca 16 kg un alınabilmektedir! Bunun yanında Kırım yarımadasına, Ukrayna’dan, Polonya ve Moskova’dan getirilen yüz binlerce Slav kökenli aile yerleştirilmiştir. Kırım Türklerinden kalan mallar Slavlar tarafından yağmalanmıştır. Mezarlar yıkılmış, mezar taşları inşaatlarda kullanılmak üzere ayrılmış ve tüm mezarlıklar traktörler tarafından sürülmüştür. Bu da yetmezmiş gibi, Kırım Tatar Türkleri’nin cesetleri ağaçlara asılmış ve ruhları daha çok acı çeksin diye, ölülere bile akıl almaz işkenceler yapılmıştır.

Kırım Türkleri, Özbekistan‘daki yaşamlarında kendilerine geldikten sonra milliyetçi akımların etkisine girmişler ve Mustafa Cemiloğlu gibi vatansever Türk büyüklerinin öncülüğünde bağımsızlıklarına kavuşmak ve yeniden Kırım’a dönmek üzere teşkilatlanmaya başlamışlardır. Bildiri dağıtmaları, gazete çıkarmaları ve halkı Türkçü düşünceye çekmeleri üzerine KGB tarafından çalışmaları önlenmiş ve teşkilatın önde gelen isimleri hep hapse mahkum edilmişlerdir.

Geçen zaman içinde çok kez Kırım’a gitme umudu ve çabası içinde olan Kırım Tatar Türkleri, SSCB’nin aşağılık politikaları yüzünden bastırılmış, zindanlara tıkılmışlardır. Fakat Stalin’in ve onun izini süren eli kanlı Rus liderlerinin ardından, 1980′li yıllarda Gorbaçov’un yönetime geçmesiyle daha yumuşak bir siyaset izlenmeye başlamıştır. Bunu fırsat bilen Kırım Tatar Türkleri, haklarını savunmak için olağanüstü çalışmalar yapmışlar ve sonunda kısmen de olsa Kırım’a dönme umudunu yakalamışlardır. Bu süreç, yaklaşık 40 yılı kapsayan bir mücadele ile geçmiştir. Sovyetler birliği dağılana kadar Kırım Türkleri’nin, Kırım’a dönmemeleri için moskoflar ellerinden geleni yapmışlardır.

SSCB dağıldıktan sonra, Ukrayna’ya bağlı bir özerk cumhuriyet olan Kırım’da, bugün yaklaşık 2,5 milyon kişi yaşamaktadır. Nüfusun %67′sini Ruslar, %22′sini Ukraynalılar ve %10′unu Kırım Tatar Türkleri oluşturmaktadır.
Trenlerle sürülen Kırım Türkleri’nin acısını, şehit olan soydaşlarımızın feryadını yüreğimizde hissediyoruz. Trenlerle çıktığımız Kırım’a, bir gün tanklarla döneceğiz!

Ant olsun, gök girsin kızıl çıksın!
Tanrı TÜRK’ü korusun!

——————————————————————-

1. Rusya’nın başkenti Moskova’nın sonuna, Rusçada sık kullanılan bir sonek olan “of” ekinin getirilmesiyle oluşan bir kelimedir. Komünist rejmin baskıcı tutumuna karşı, Ruslar’ın tamamına bir hakaret niteliğinde söylenen sözdür. Türklerin en büyük düşmanının Ruslar olduğunu bilen, özellikle Nihal ATSIZ gibi bilinçli TÜRK bilginlerinin Ruslar ve onlara özenen kızıl komünistler için sıkça kullandığı bir sözcüktür.

2. Sovyetler Birliği Rusya’sının, akıl almayacak vahşetler ve soykırımlar gerçekleştiren komünist ordusuna verilen addır.

3. Sovyetler Birliği zamanında Ruslar’ın “Devlet Güvenlik Komitesi” olarak adlandırdığı gizli istihbarat teşkilatı. Türkiye’deki MİT’in görevini üstelenen örgüt.

4. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği biçiminde açılan, komünist rejimle yönetilip milyonlarca TÜRK’ün vahşetle öldürüldüğü uzun bir dikta döneminin adıdır. Sıcak denizlere inme ve Slav ırkını dünyaya hâkim kılma zihniyeti egemendir. Türkleri en büyük düşman olarak algılamışlardır.

Orkun KUTLU

(Tashriflar: umumiy 227, bugungi 1)

Izoh qoldiring