Hurşid Devran. Şiirler — Xurshid Davron she’rlari turk tilida

09Özbekistan’ın meşhur şairlerinden birisi olarak gösterilen ve modern devrin yetiştirdiği kabiliyetli ediplerden birisi olan Hurşid Devran (özbekçe: Xurshid Davron) özellikle tarihî konulardaki şiir, kıssa ve piyesleri ile Modern Özbek edebiyatına güçlü katkı sağlamış ve sağlamaya da devam etmektedir. 1989 yılı Uluslararası Mahmud Kâşgarı (Kaşgarlı Mahmud) ödülü, 2009 yılı Uluslararası Kızıl (Altun) Kalem ödülü, 2013 yılı Azərbaycanın Müşfik şiir ödülü sahibi.

09

07 Şair, yazar, tarihçi, çevirmen, gazeteci ve senarist olarak bilinen Hurşid Devran 20 Ocak 1952 yılında, Semerkand’da doğdu. 1977 yılında Taşkent Devlet Üniversitesinin Gazetecilik bölümünü bitirdi.
Hurşid Devran özellikle tarihî konulardaki şiir, kıssa ve tiyatro eserleri ile günümüz Özbek edebiyatının gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Şiir kitapları: “Kadrdan Kuyaş” (1979), “Şeherdegi Elma Darahtı” (1979), “Tungi Bağlar” (1981), “Tomarisning Közleri” (1984), “Balalikning Avazı” (1986), “Kaknus” (1987), “Dengiz Yaprakları” (1988), “Kırk Aşık Defteri” (1989), “Bahardan Bir Kun Aldın” (1997) vd. Hikâye kitapları: “Semerkand Hayalı” (1991), “Sahibkıran Nebiresi” (1995), “Şehidler Şahı” (1998), “Bibi Hanım Kıssası” (2006) vd. Tiyatro eserleri: “Mirza Uluğ Bey” (1994), “Amir Timur” (1996), “Babür Şah” (1999) vd. çevirileri: Namık Kemal; Celalettin Harzem Şah (1997), “Deniz Yapraklari” (Japon edebiyatından seçmeler, 1988), “Kırk Aşık Defteri” (Türk Edebiyatından seçmeler, 1989) vd.

Aldığı ödüller: Özbekistan Halk Şairi Unvanı (1999). Uluslararası Kâşgarlı Mahmud (1989), Uluslararası Altın Kalem Ödülü (2009), Azarbaycan Müşfik Ödülü (5.06.2013).

09
Hurşid Devran
ŞİİRLER
Aktaran: Marufjon Yuldashev
09

ESKİ ŞEHİR

Bibi Hanım türbesi harabelerinde
Son defa yansır ve söner gün ışığı.
Uyanmaya başlar Güneş nefesinden
Uyuyan, uyuklayan kara kabir taşı

Dar, yılan izi sokaklar kaybedince yolunu,
Yılan gibi sürüklenir nurefşan tünde
Işıldamaya başlar yasa boğulan
“Zici Köregan”ın izi gökyüzünde

Uyukluyor duygun kuşlar çalılıklar içinde,
Uykusunu bozar hassas kuşların, rüzgar
Bir de inatçı eşeğini dürten sessizce,
Evine dönmekte olan pazarcı ihtiyar.

Göklerden çatıya düşen parlak bir yıldız
otları, bitkileri yakmaya başlayınca,
kambur koca misali kocamış gündüz
Şah-ı Zinde tarafa geçer gizlice

Eski şehir uyur, uyukluyor asmalar,
Kerpiç düvarlara sıkıca sarılmışçasına.

Uyur pazarlarda kavun, armutlar,
Rüyasına ıtırlı bağlar girmişçesine.

Gece sükûnetinde dökülür yere
yıllar nefesinden nemlenmiş toprak.
Çocuk gibi şaşkın bakar şehire
Bir köşeye sığınmış bahçe küçücük.

SEMERKAND’DA SABAHI KARŞILARKEN

I

Tün gezinir… Kara giymiş yolcu misali üzgün
tün gezinir. Bakmaya imkan vermiyor tün.
Yorgun düşer gözüm yaklaşınca tün duvarına
Karanlık ve sonsuz gölge duvarıdır — tün.
Dikilirim, farkındayım yakındır seher
ve karşımda aklar içre uyanır şehir.
Ancak, benim sabaha dek yaşamam gerek,
bazen yıldız, bazen ay’a benzemem gerek.

II

Kara sahra toprağından filizlenir tan,
Yükselir o nihal gibi göğe, güneşe.
Hayretlerim gizlemeden bakarım o an
bakarım hep gözde surur, ana şehrime.
Nerde kaldı Bibi Hanım?! Uluğ Bey nerde?!
Ah, kimilerinin kemikleri parlıyor ince
Semerkand’ın seması aydınlanınca,
Zerefşan misali arazide kaybolur gece

Sabah vakti olunca, yolunu şaşırmış rüyalar
gibi gökte ağır ağır uçuşurlar argın kuşlar.
Ah, bu kuşlar geliyorlar sanki Güneşten —
geliyorlar, uzaklarda kalmış Efrasiyap’tan.

El uzat yeter ki, ellerine konacak onlar
ve avucunda kalır toza dönüşmüş yıllar.

EFRASİYAP SÖZÜ

Yazın gelirsen, tozu yutarsın.
Toza dönüşmüş insanın tozunu —
Yüreğini, ellerini, gözlerini yutarsın

Güzün gelirsen, yağmurlar yıkar seni.
Yağmura dönüşmüş insanların derdi,
Göz yaşları, arzuları, tasaları yıkar seni.

Kışın gelirsen, soğuklar ezer seni.
Soğuğa dönüşmüş insanların hiddeti,
Nefreti, intikamı, namusu ezer seni.

Baharda gelirsen, çimenlerim alkışlar.
Çimene dönüşmüş ataların ömrü —
Sonsuzluk, cesaret seni alkışlar.

Gel, yavrum, uzan, göğsümde titreyen
çimenlik üstüne uzan, çünkü sen benim
Yazım, Güzüm, Kışım, İlkbaharımsın.

***

Ne kadar da berrak, mavi gökyüzü,
Kuyu kadar derin, derin gökyüzü
Şah-ı Zinde üstünde, bir bak!

Mezartaşlar içre şaşırmadan,
Gidiyorum ince kaldırımlardan.
Ne kadar da berrak, mavi gökyüzü.

Efrasiyap taraftan, işte
Gelir saman yüklü araba —
Ansızın parıldar tırpanlar.

Ah, yüreğim telaşlanma anca,
Saman üzerinde uzanmış
Çocuk, sen değilsin ya!

Keşki, dönsem o arabada,
Efrasiyap bozkırlarından
Dönsem argın o arabada.

Ne kadar da berrak, mavi gökyüzü,
Kuyu kadar derin, derin gökyüzü,
Şah-ı Zinde üstünde anne!

SEMERKAND HAKKINDA TÜRKÜ

1. GÜNDÜZ

Sokakları sabah akşam dinmeden
Tekrar eder durur sanki bir yankı.
Uzaktaki gemi gibi durmadan
dalgalanır durur Registan yalnız.

O gemiyle gelmiş gibi, inerek
emekler, susayan tan ağartısı.
Ona geçmişin fikrini katarak
Taşhavuz tutuyor avucuyla su.

Gökte mavi ırmak yüzüyor sanki,
Sanki akar durur masmavi keder.
Timur’un attığı mızrak misali,
Göğe saplanmış durur minareler.

Uzaklardan gelmiş özlemin
mezarını ziyaret ettiği gibi,
Bibi Hanım mescidi üzre
işitilir Ulu Kuşlar Çarşısı.

Yol gösterir gibi nurlu kılavuz,
atalara götürür yaşlı kırk zine.
Ve masalın son noktası misali
donuk durur sert Şah-ı Zinde.

Şah-ı Zinde türbelerinde
uyumakta yüzlerce şehir.
Artık, hiçbir zaman orada
gece çökmez, ağarmaz sabah.

2. TÜN (Gece)

Yıldızlara bakıp sermest
uğulduyor bahçeleri.
Şehre doğru akıp durur
Efrasiyap çığırları.

Onlar şengil, onlar sarhoş
içmiş gibi güz meyinden.
Yere konar misali kuş
hazanlar — al, turuncu renk.

İhtiyar nineler sessizce
mumlar yakar mezarlıklarda.
Yaz kokusu yaygın iyice
uyuklayan çarşılar içre.

Acımtırak şarap kokusu
avluda geziyor rüzgarlar.
Bir şeyleri arıyor sanki
küplerin başında dolanıyorlar.

Herkes uyur, ancak rüzgarlar
ağaçların saçını tarar.
Asla uyumadan korurlar,
Semerkand’ı o minareler.

3. SABAH

Rüya görmüşüm ben bu sabahleyin,
Titreye titreye ve korka korka.
Giriyormuşum ben mavi şehire,
ben Nevbahar kapısından yavaşça.

Ve yıldızlar tozu kaplamış,
Çimenlerin yeşil kağıdını,
okuyorken, toprak altından
işitilmiş insanın sesi:

— Ben omuzda Efrasiyab’ı
alıp geldim, gel, koşa koşa.
Düşte görüp her gün Güneşi,
Saçım kar misali ağardı.

… Uyandım ve çıktım sokağa
Şelaleye benzerdi gece.
Kız misali uyuyan tüne
ben kalbimi verdim o gece.

Gökyüzüne baktım gözüm kamaştı,
Gök cam gibi saydam ve berrak.
Yar evinin kapısından sarkmıştı,
Şelaleye çok benzeyen sarmaşık.

Ve güz Güneşi sarmış bahçede,
Ana şehrim seni düşündüm.
Yaşlı bahçeler uyandığında,
Sabahlara sindi düşünüm.

09

(Tashriflar: umumiy 387, bugungi 1)

Izoh qoldiring